Kendi içini kaz!
Marcus Aurelius kendiyle konuştuğu bir ara şunu not almış, “Kendi içini kaz.”. Mesajı aldım, tamam. Ama ben bir daha gömemem kendimi. Evet, replik çaldım.
Psikiyatri derslerini çok severdim. Derslerde öğrendiğim şeyleri uygulamaya dökmeyi denerim her fırsatta. Genelde, sevmezler beni, altta yatan duyguyu aradığım için. Kovanlar bile olmuştur, kibarca. Bazen ben de sevmem beni. Velhasıl yine de yılmadan o paspasın altına sakladığınız duyguları arıyorum ben. Yeter ki kendi paspasıma sıra gelmesin. Neyse, konu ben değilim şimdi. Neyse ki! Son zamanlarda ilişki gözlemciliği yapıyorum. Çift ilişkileri çok ilginç olaylar ya. Karşılıklı çıkarlar doğrultusunda ilerleyen, ama ona sevgi ve mutluluk denilen, toplumsal geleneklerin çizdiği sınırlar içinde yaşanmaya çalışılan, ama aslında özünde aykırılık olan, yaratıcının ve tabi ki başkahramanlarımız Adem ve Havva'nın bize en büyük laneti. Hücrelerin en önemli kodu, kendini yarına bırak. Bütün sorunlarımız da bu arızalı koddan geliyor. Düşünsenize, yarına kalmak gibi bir derdimiz olmasa, derdimiz ne olurdu? Biraz da şartlandırılmışlık var bu işte. Neden bütün diziler, filmler, kitaplar, şarkılar bize aşk ve sevgi satıyor? Önce bize bunu satıyorlar, sonra da onun verdiği acıyı.
Neden kendimizi eksik hissederiz ve tamamlayacak olanın başka bir insan olduğunu düşünürüz? Son zamanlarda tek düşündüğüm bu neredeyse. Bir insan nasıl eksilir, nasıl tamamlanır? İstiyorum ki birisi çıksın ve mantıklı argümanlar sunsun bana, bitsin kafamdaki bu nedenler, nasıllar... Cevap bulamadığın noktada sorular çok can sıkıcı oluyor. Aurelius’u dinleyecek olursak, cevaplar soruların çıktığı yerde. Kendi içini kaz Merve!
Yakın zamanda okuduğum bir kitapta şöyle bir tabir vardı; dolmayan sevgi depoları. Biz dünyaya geldiğimizde aslında bir bütünden ayrıldık, parçalandık. O bütün olma halini arıyoruz aslında yaşamımız boyunca. Erken çocukluk döneminde annemizle bağımız devam etti tabi ama bu bağ giderek, giderek azaldı. Yeterince dolduramadıysanız sevgi depolarınızı, gelecekte vay halimize! İlkel beyin işlemeye başlar. Seni sevmediler ki zaten… Sonra bir bakmışsın, sen de sevmiyorsun kendini. Bu kısır döngüye girdiğin zaman arkadaşım, çıkar mısın içinden bilemiyorum. Ben henüz çıkamadım. Vardığım sonuç, 'Çok da önemli değil ya sevmek sevilmek' gibi ilkel bir teselli. Buna kim inanır…
Neyse, sonra büyüdük. Bireysellikten, bağımsızlıktan bahsetmeye başladık. Ama bir partner arayışı içindeyiz, yine bir bütün hissetmek için. Yarı dolu bir sevgi deposuyla belki de. Birileri gelir bunları doldurur ya da iyice boşaltır, bunu öngörmek de pek mümkün olmuyor maalesef. Yani felaket tellallığı yapmak istemezdim ama sonuçta, yine yalnız ve depolar boş kalacaksın sevgili arkadaşım. Bir daha o bütünün bir parçası olamayacaksın çünkü. Başka bir parça da gelip seni tamamlamayacak. Hatta biraz şanssızsan, gelip senin depondakileri sömürecek insanlar bulabilirsin. Çünkü bence kimsenin deposu dolu değil, kimisi doldurmak için kurban arıyor kimisi yardım. Kurban olursan, geçmiş olsun. Neyse ne işte, arayış içinde bir yaşam sonuçta. İşte bizim sınavımız bu. Bulmak değil, aramak. Varılacak hedef değil, gidilen yol.
Velhasıl, sizin istediğiniz şey sevilmektir. Bu yüzden de çok seversiniz. Biri çıkar bencilsin der. Bütün ilkel düşüncelerinizi körükler. Sonra bir bakmışsın, yine kendini sevemediğin noktadasın. Olayın matematiği çok basit; ben her şeyimi verdim, bütün benliğimle sevdim. Ama sevilmedim. Olabilir. Ama sevgime saygı da duyulmadı. Bir insan sadece saygı istediği için bencillikle suçlanmamalı. Suçlanır. Topla, çarp, elindeki sonuç “Demek ki ben saygı duyulmaya, sevilmeye değecek biri değilim.”. İlkel beynin matematiği bu. Bir sonraki aşama için tıbbi birimlerimiz mevcut, uygun bir ücret karşılığın seanslarca sizi dinleyen birileri bulunur. Peki bu bir yere varır mı? Ben henüz, bu şekilde varamadım… Ama artık başka bir teorim var, hiçbir şeyi sevmemek! Sevmek şart olmamalı. Gerekli olmamalı. Makus kaderi kabullenmek daha az yorucu. Ben asla tamamlanmayacağım. Asla eksiklik hissi gitmeyecek. Gelip elimde kalan özsevgimi sömürecek parçalara da ihtiyacım yok. Bütün depolarımı ateşe veriyorum. Ayak bağı olan şeyleri yok ediyorum. O halde arayışa, zahmete gerek yok. Carpe Diem.
Yorumlar
Yorum Gönder